Bizim evde iki kedi var, kızın adı Şerafettin, diğerinin ise Celal. Celal erkek fakat çok iyi huylu ne tırmalar ne de ısırır. Sevgisini sonuna kadar gösterir, kediden çok bir köpeği andırır, sadık, şevkatli, otoriteye sonuna dek itaatkar ve uysal. Şerafettin biraz sinirli hele Celal gelip saltanatına ortak olunca ve sahip olduğu tüm hisseler ikiye bölününce iyiden iyiye hırçınlaştı. Zorla hiç bir şey yaptıramazsınız ona, istediğini sever, istemediğini tırmalar, istediği yerde yatar, acından ölse beğenmediğini yemez, sadakati yoktur, menfaatlerine çok düşkündür, otorite tanımaz, çok onurludur öyle burnu düşse yerden almayacaklardan, aşı günleri bir felakettir, bizim veteriner Onur telef olur aşı yapacağım diye. Şahsiyetlidir, herkeslere yılışmaz, ev halkının tümünün peşinde dolaşmaz, en güzel mamayı sunana işi bitene kadar cilve yapar sonra yine “şahsiyet” zırhını kuşanır. 
Duygusal olan dostlar Celal’i sever, onun o sakinliğini, tanıdık tanımadık herkeslerin kucağına yayılmasını, tırmalama, saldırma nedir bilmemesini, acizliğini, o kendini bir türlü ifade edemeyişini ve garibanlığını pek sever. Mantıklı olan dostlarım ise Şerafettine hayrandır; her şart altında ve hiç bir şeyi umursamadan kendini ifade edişini, şahsiyetli duruşunu, yılışık olmayan tavrını, menfaatlerini sonuna dek kollamasını, işi bitince poposunu salllaya sallaya çekip gidişini, ilişkilerine çok geç başlayıp, istikrarlı biçimde sürdürüşünü ve de en önemlisi iktidarını hiç paylaşmayışını 
Bu ikisinin ev halkıyla ve eve gelen konuklarla olan ilişkileri ve tepkileri yaşadığımız toplum içindeki insanların diğer insanlarla olan ilişkilerine çok benzer. Celal bizim evin en yaşlısıyla arasını hep iyi tutar, anam yaşlılıktan Celal ise mazlumluğundan dolayı kendisini ifade edemediği için birinin diğeri ile olan ilişkisi gayet enterasandır. Celal anamı kendisini ne kadar sevdiğini bildiği için sonuna dek kullanır, anam da Celal’in kendisine gösterdiği sevgi ritüellerini bağrına basar, onu şımarttıkça şımartır. Zaman içinde o ezik Celal şahsiyet sahibi olmaya başladı, ev halkını tınmamaya ve bildiğini okumaya kalkıştı, hem semirdi hem de payına düşen hissenin genişlemesiyle şımardıkça şımardı. Şerafettin’e saldırmaya başladı, onun yemek ve su kabına tecavüz etti, onu garibanlaştırdı, ev halkına yabancılaştırdı. Sonunda geldiğinden bu güne hep iktidarını koruyan Şerafettin sonradan palazlanan Celal’e yenildi ve küskünleşti. 
Bu iktidar da böyle yaptı işte, adam yerine konmayan, devlet dairelerinde ve toplumun diğer sınıflarınca horlanan, ezilmiş, şahsiyetini yitirmiş kesimlerin kendilerini ifade etmelerine, işlerini halletmelerine, adam yerine konmalarına, hizmet almalarına vesile oldu. Haklarını, hukuklarını teslim etti. Buraya kadar çok güzel oldu ama bir noktaya gelindi diğer taraf ihmal edildi hatta geçmişin birikimiyle iş kişiselleştirildi, abartıldı. Laik, Alevi, Kemalist kesimler ötekileştirildi, aidiyet duygusu adete sıfırlandı, kendisini ne siyaseten ne de toplumsal olarak ifade edebildi, siyasal sisteme uygulamaları dolayısıyla yabancılaştı, iktidarın sık azarlamalarıyla hırslandı, zenginleşen diğer kesimin üstünlüğüyle kinlendi, yapılan açıklamalarla siyaseten dışlandı, toplumsal olarak ise azınlıkta kaldığını hissetti. İktidarın uygulamalarından herkes payına düşeni elinde buldu ve uzunca bir sure razı oldu. Olaylar ve sözler birikti. Bir zamanların en ayrıcalıklı kesimi askerler hem otoritelerini hem de saygınlıklarını kaybettiler ve tutuklamalarla “kendilerince” mağdur edildiler. Entel-dantel meyhane sümbüllerinin keyifle yudumladıkları rakıları masalarının sokaklardan kaldırılması, içki yasağı vs. gibi uygulamalarla boğazlarına dizilmeye başlandı. Daha çok kız çocuğu okusun diye başlatılan 4 4 4 uygulaması imam hatiplerin açılması ve ikinci dörtten sonra kız çocuklarının okuldan alınmasıyla neticelenince laik kesimin huzuru bozuldu. Kıyafet serbestisi işiyle okullara başörtülü girme talepleri eş zamanlı olarak gündeme gelince hem laik hem de Kemalist kesimlerin endişeleri iyice arttı. Din dersinin Alevi yurttaşlar için zorunlu olmaktan çıkarılmayışı ve ardından Üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adının verileceği açıklandığında Yavuz tarafından kıyama uğrayan Alevile iyice öfkelendi. İmralı görüşmeleri ve olası anayasal düzenlemelerle özerk Kürt Bölgesi’nin yapılandırılacağını düşünen milliyetçi kesim “vatan elden gidiyor” haykırmalarıyla Kemalistlerle duygusal bağ kurup, iktidara cephe aldı. Ergenekon tutuklamalarıyla faili meçhullerin aydınlatacağının teminatını veren iktidar bir tek faili meçhulü dahi ortaya çıkaramayınca mağdur kesim hayal kırıklığına uğradı. Kısaca sadece mazlum, mağdur, gariban olduğu için sıvazlanan kesim palazlandırıldı, iktidarın yandaşı oldu, ekonomik imkanlarını genişletti, farklı sosyal, ekonomik ve siyasal alanlarda güç sahibi oldu, iktidar da bu farklı alanlarda güçlendirdiği eski mazlumlardan daha da güç alarak 3. döneminde otoriterleşti, kalkınmayı geliştirdi ama adaleti eşit dağıtmadı, bir “diğer” mazlum ve mağdur sınıf yarattı.
Bu son olaylarda herkesten bir parça var. Kaybedenlerin, şahsiyetleriyle oynananların, haksızlığa uğrayanların kendilerini ifade ettikleri bir park ve meydanlar, bu parkta ve meydanlarda kaybettiklerini duygusal anlamda kazanmaya çalışanlar, kaybettirenden intikam almaya çabalayanlar. Onurlu Çapulcular…   
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner72